RoCK MüZiK PoRTaLı
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

RoCK MüZiK PoRTaLı

Rock müzik, eğlence, oyunlar, internet hakkında herşey
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap
En son konular
» En İyi Rock GrupLarı Hangi Ülkeden Çıkar
Berin Yavuzlar Röportajı-Teo’yla zamanın ruhu. Icon_minitimeC.tesi Ekim 18, 2008 6:06 pm tarafından gler

» slm ben alanurun bebee=)
Berin Yavuzlar Röportajı-Teo’yla zamanın ruhu. Icon_minitimeSalı Ekim 14, 2008 3:42 pm tarafından gler

» kRaLiçe :)
Berin Yavuzlar Röportajı-Teo’yla zamanın ruhu. Icon_minitimeSalı Ekim 14, 2008 3:42 pm tarafından gler

» aşk acısı
Berin Yavuzlar Röportajı-Teo’yla zamanın ruhu. Icon_minitimeC.tesi Ağus. 23, 2008 8:27 pm tarafından MASİVA

» BURADA NELER OLACAK OKUYUN!!!!
Berin Yavuzlar Röportajı-Teo’yla zamanın ruhu. Icon_minitimeCuma Ağus. 08, 2008 4:41 pm tarafından şebocu

» ZARDANADAM-Sarı$ınLar Boktur :)))
Berin Yavuzlar Röportajı-Teo’yla zamanın ruhu. Icon_minitimePerş. Ağus. 07, 2008 11:43 am tarafından MASİVA

» ZARDANADAM-KaLbim Yoqq
Berin Yavuzlar Röportajı-Teo’yla zamanın ruhu. Icon_minitimePerş. Ağus. 07, 2008 11:41 am tarafından MASİVA

» 3 harf oyunu (yaratıcılık)
Berin Yavuzlar Röportajı-Teo’yla zamanın ruhu. Icon_minitimeÇarş. Ağus. 06, 2008 6:56 pm tarafından MASİVA

» ÖZGÜR ÇEVİK-Bir Daha A$ık OLamam
Berin Yavuzlar Röportajı-Teo’yla zamanın ruhu. Icon_minitimeÇarş. Ağus. 06, 2008 4:28 pm tarafından MASİVA

Giriş yap
Kullanıcı Adı:
Şifre:
Beni hatırla: 
:: Şifremi unuttum
Kimler hatta?
Toplam 5 kullanıcı online :: 0 Kayıtlı, 0 Gizli ve 5 Misafir :: 1 Arama motorları

Yok

Sitede bugüne kadar en çok 63 kişi C.tesi Ağus. 27, 2016 7:04 am tarihinde online oldu.
Mayıs 2024
PtsiSalıÇarş.Perş.CumaC.tesiPaz
  12345
6789101112
13141516171819
20212223242526
2728293031  
TakvimTakvim
Forum

       Bedava forum kurmak

Web Site Ekle Pagerank Toplist Site Ekle Topsitesranking.info - Site ekle Link Ekle site ekle link ekle toplist ankara nakliyatankara nakliyat

 

 Berin Yavuzlar Röportajı-Teo’yla zamanın ruhu.

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
MANİK DéPRéSİF
Admin
Admin
MANİK DéPRéSİF


Kadın
Mesaj Sayısı : 402
Yaş : 32
İş/Hobiler : gitar çalmak
Kayıt tarihi : 07/07/08

Berin Yavuzlar Röportajı-Teo’yla zamanın ruhu. Empty
MesajKonu: Berin Yavuzlar Röportajı-Teo’yla zamanın ruhu.   Berin Yavuzlar Röportajı-Teo’yla zamanın ruhu. Icon_minitimePaz Tem. 27, 2008 4:17 pm

Teo’yla zamanın ruhu.

Söyleyemediği ne varsa kâğıda dökmüş Teoman. Uzun yıllar hep aynı duygularla yazdığı şarkıları onun gerçekte kırılgan ruhunun anahtarı olmuş. ‘Söz - Müzik Teoman’ yeni kitabının adı. İçinde kendi el yazısıyla şarkı sözleri, nota ve fotoğraflar var. Aynı adlı yeni albümde ise dostları onun şarkılarını yorumluyor. Gerçek Teoman’ı tanımak isteyenlere...

MARIE CLAIRE: Senin şarkılarını başkalarından dinleme konusunda biraz tutucuyum ben. Sevdin mi albümü?

TEOMAN: Sevdim, ama hiçbir zaman objektif olamıyorum ben. Şarkı yazarı gibi hissettiğimden kim söylese ona müteşekkir olacakmış gibi... Düşünsene kendi kulvarlarında hoş bir sürü isim var bu albümde. Öyle olmadığı zamanda bile çok hoşuma gidiyor. Bazen Beyoğlu’nda yürüyorum, uzakta bir barda bir çocuk benim şarkımı söylüyor. Çok hoşuma gidiyor. Güzel söylesin, çirkin söylesin ne fark eder.

M.C: Ki hep söylerler senin şarkılarını…

T: Evet. Çok zevkli oluyor; uzun saçlı bir çocuk gitarıyla benim şarkımı söylüyor, beş on kişi de onu dinliyor. Tam benim eski hayatım. Ben başka bir şeye geçmişim, benim eskiden sürdürdüğüm yolu sürdüren insanlar benim şarkımı söylüyor. Çok hoş bir şey.

M.C: Yavuz Bingöl de var albümde, Hayko Cepkin de. Neye göre belirledin isimleri?

T: Şarkının içeriğine göre insanlar seçiliyor. Bir de kendi kulvarlarında iyi isimleri almak istiyorum. Ben şarkılarım daha geniş bir yelpazeye gitsin istiyorum. Müzik tarzı olarak kendi beğenim var tabii ki ama onları kategorilendirip; mesela ‘arabesk kötüdür de rock iyidir,’ gibi şeylerim olmadığı için her şeyin yeri var. Mesela Yavuz Bingöl’ün İki Çocuk’u okuması benden daha anlamlı oluyor ve içerik anlamında yaptığı müziğe daha çok oturuyor. Veya seversiniz sevmezsiniz ama Serdar Ortaç birtakım şeyler yapıyor ve ben onun insanlara hissettirdiği şeyi hissettiremem. Onun da yapılması gerekiyor. Benim dünyaya bakış açım bu. Yani düğününde çok eğleneceksen, mutlu olacaksan benim şarkılarımla pek yapamazsın ama Hande Yener’le eğlenirsin. Bu böyle.

M.C: Bu tabii hazmetmiş adam bakışı.

T: E tabii, 17 yaşında böyle düşünmüyordum. (Gülerek) 17 yaşında çok sert gitar çalmayan herkes bana homo gibi geliyordu.

M.C: Bu albümle İzel dinleyip de seni dinlemeyen adam bir anda “Aa ne güzel şarkıymış” dedi.

T: Tabii, ben şarkı sözü yazarlığıma şarkıcılıktan daha çok önem veririm. İsterim ki benim müziğimi, sesimi, düzenlememi sevmiyordur ama belki o şarkı başka tarzlar tarafından diğer yerlere de ulaştırılabilir. Ben o şarkılarım bir şekilde yaşasın istiyorum farklı farklı tarzlarda. İsterim ki mesela bir punk grubu çıksın benim duygusal bir şarkımı alsın, isterse komediye çevirsin.

M.C: Albümle beraber bir de kitap yayınlandı. Bu sana ne ifade ediyor?

T.: Kendimle ilgili bir dönemi kapatıp yeni bir şey açmak istiyorum ben. Bu bir şeyin sonuna geldiğim için değil yeni bir başlangıç canım istediği için yapıyorum. Ya bu güzel bir toparlama gibi oldu. İkinci albümün de neredeyse yarısından çoğu tamam. Erol Büyükburç, Feridun Düzağaç, Pamela var. Pamela ile çok güzel bir düet yaptık. Renkli Rüyalar Oteli... Bu iki albüm ve kitap sıfırdan başlayabilecek kadar rahat hissedebileceğim bir döneme hazırladı beni.

M.C: Kitapta Teoman’a dair çok şey var.

T.: Bu doğrusu kendimi değerlendirmek için de iyi bir şey. Şarkıların hepsi bir arada, teker teker albümleri koyup dinlemek zorunda değilim. Veya şarkı sözlerine odaklanacaksam albümleri elime alıp o kargacık burgacık, o küçük yazılardan okumak yerine burada hepsine birden bakabilirim. 60-70 tane şarkı var. Sanki birer şiirlermiş gibi algılarsak... Değiller tabii ki ama11 senede lirik olarak baktığımda kafamı daha rahat toparlayabileceğim bir şey.

M.C: Şarkı sözleri senin insan tarafını da çok ortaya koyuyor.

T: Benim sözlerle ilgili normalde çok düşünülmeyen bir şeyim var. Ben şarkı sözlerine bakarak bir insanı tanıyorum, bu nasıl biriymiş diye düşünüyorum çünkü onlar bize fikir veriyor. İnsan kendisinden bahsetmezse tabii ki bunlar çıkmaz ama ben bahsetme taraftarıyım, daha doğrusu şarkıdan kişiyi çıkarma taraftarıyım.

M.C: Bütün şarkılarını ezbere bilmeme karşın kitabı okuyunca çok başka bir şey algıladım.

T: Hakikaten güzel öyle bir şey olması, çünkü bir başka perspektiften de bakılabiliyor o zaman. Şarkıları söylerken bazen sözlere odaklanamıyor insan. Her ne kadar onun sözlerini seviyorum desem de, müzik bazen önüne perdeyi çekiyor. Ama böyle tek başınasın kâğıdın üzerinde. Sadece sen ve kitap... Arasında hiçbir perde olmayınca çok daha rahat anlaşılabiliyor.

M.C.: Mesela Mektup şarkısının orijinal haline bakıyorum. Aslında burada bir tür düz yazı var.

T.: Öyle zaten... New York’ta bir Fransız kafesinde yazdım ben o mektubu. Küçük başka şeylere yazdım. Sonra onları temize çektiğim ilk kâğıt budur.

M.C.: İnsan dillendiremediği duygularını yazarken daha mı cesur oluyor?

T.: Zaten sanatın bir avantajı da o korkulardan arınmak. Çünkü üzerine gelindiği zaman veya sorulduğu zaman “Aman abi, bu şarkı...” diyebileceğin başka bir kaçış alanı yaratıyor sana. Ben aslında kendimi kurcalayayım ki normalde fazla söyleyemeyeceğim, insanlar arasında pek dile getiremeyeceğim, utanabileceğim şeyleri de şarkıya koyarım diye düşündüm. Ayrıca şarkılar beni değiştirdiler de. Onlarda duygularımı anlata anlata normal hayatta da duygularımı daha rahat anlatan bir adam haline dönüştüm. Yani şarkı meselesi bana çok yardım etti. Bir sürü şeyi söyleyemezdim sevgilime. Şimdi artık rahat söylüyorum, utanmıyorum.

M.C.: Dürüst olmamanın sonuçlarını sen de yaşamış olmalısın.

T.: Ne kadar az sırrı olursa insan o kadar cesur oluyor. Bazen yoğun olarak insan dürüst olursa onun cezasını çeker gibi geliyor ama orta uzun vadede insan rahatlıyor ya. Konfor için gerekli dürüstlük.

M.C.: Kaç yılında yazmıştın Mektup’u?

T.: 2003’te yazdım.

M.C.: Dört beş yıl önceki duygularından bahsetmek şu an saçma geliyor mu?

T.: Yok ya o duygulardan sonra ben En Güzel Hikâyem albümümü yaptım. Onlar, bir sonraki albüm, Gönülçelen albümü, hemen hemen hepsi aynı duyguyla yapıldılar.

M.C.: “Yağmaladım seni” demişsin. Yağmaladın mı?

T.: İkili ilişkilerde arada öyle bir şeyi hissediyorum ben. Bir tür savaşa dönüyor...Yani hem çok sevdiğiniz birisi var hem aynı zamanda taktiksel şeyler yaparken de hissediyor insan kendini. Çok dürüstçe bir şey değil ama bunu söylediğinde bir rahatlama hissediyor insan en azından. Yani Hıristiyan kültüründeki papaza gitmek gibi bir şey oluyor bu.

M.C.: Kadın erkek ilişkisi üzerine söyleyecek çok şeyin var mı?

T.: O konuda söylenecek çok şey var ama söylediğim şeyin tersi de doğru bir çok yerde. O kadar da çelişkili bir şey ki kadın erkek ilişkisi. Bir şekilde medeniyet sadece kadın erkek ilişkisi düşünülerek kurulmadığı için, başka başka özelikle de erkek dünyası tarafından kurulduğu için kadın erkek ilişkileri de bence biz erkekler yüzünden kötü gidiyor. İrdeleyip irdeleyip, sonuçlara varıp, ama aynı zamanda istisnaların da yoğun olarak bulunduğunu bildiğim bir bölge kadın erkek ilişkisi.

M.C.: Kesin doğrular yok olsa gerek...

T.: Kadın erkek ilişkisini bir kenara bıraktığında da tam doğruları yok insanın. Bizim kendi içimizde de o kadar büyük çelişkilerimiz var ki... O çelişkilerle yumak içinde bir başkasıyla birlikte olmaya çalışıyorsun. Evrenle uyumsuzuz zaten. Bir sürü alanda önümüze kerteler çıkıyor kadın erkek ilişkisinde. Belki bu işler başka karakterlerde, belki kentte olmayınca falan daha kolaydır. Belki de bu yüzyılın, 21. yüzyılın sorunları. Ama yine de 19. yüzyıl romanlarını oku Rus edebiyatında, Anna Karennina’da da şu anda aynı problemler var. Büyük ihtimalle 4000 sene evvel de vardı.

M.C.: Sadece belki insanların daha çok zamanı vardı karşısındakine ayıracak.

T.: Tabii... Zamanın yavaş aktığı zamanlarda insanların ömrü 30- 35 sene. Diyelim ki Ortaçağ’da. Fakat Ortaçağ’da büyük aşklar var. Diyelim ki 20 sene sürüyor. Hatta bunun 19 senesinde birbirini görmüyor insanlar. Öyle güzel şeyler var. İşte çağın ruhuna göre... Zamanın ruhu o kadar hızlı ki yavaşlatmak gerekiyor. Yavaşlatmak için de ben kendi kendime çareler bulmaya çalışıyorum. Diyorum ki; “Eğer bilmem nereye gidersem cep telefonumu, laptop’ımı almayayım. Üç tanecik kitap alayım, tatile gittiğim yerin fitness center’ı olmasın ki ‘Ben burada spor yapayım mı?’ diye düşünmeyeyim bile.” Ne olsun orada? Bir hamak olsun, güzel bir ağaç olsun, suya da bir şekilde bulaşacağımız bir yer olsun ara sıra. Ya göl olsun ya deniz olsun. O kadar... Yani ben zamanı yavaşlatma peşindeyim.

M.C.: O bahsettiğin aşklar şimdi yok değil mi?

T.: Ona izin yok artık. Yani sen istesen de yok artık. Gerçi şimdi zamanın ruhu böyle deyip de bütün suçu ona atmamak lazım. Tamam zamanın ruhu böyledir ama sen kendi küçük dünyanı kurabilirsin. Belki tek başına, belki iki kişi ile. İki kişi bir dünya anlamına gelebiliyor bazen. O iki kişilik dünyanı sen kurarsan, geri kalan şeylerden de fazla etkilenmezsen, o söylediğimiz belki de 20 senelik Ortaçağ aşklarına doğru gidilebilir.

M.C.: Bir de bazen elinden kaçırdığın oluyor, sonradan anlıyorsun…

T.: Ozzy Osbourne’un bir röportajı var, orada çok güzel bir şey söylüyor; “İnsan böyle gerçekleri ve hataları öğrendiğinde hep geç oluyor.” “Keşke insan her şeyi bilerek doğsa ve hata yapmasa, gittikçe salaklaşsa” diyor. Yani salaktan zekiye doğru gitmenin veyahut tecrübe edinmenin hiçbir avantajı olmuyor ki. Tecrübe zaten hata sayesinde elde edilen bir şey. “Tersten olmalıydı bu gerçeklik olacaksa” diyor.

M.C.: O kadar enteresan olur muydu o zaman?

T.: Olmazdı tabii. Zaten o da imkân dahilinde değil. Oyunun zevki kalmazdı.

M.C.: Anlaşılamamak gibi bir derdin var mı?

T.: Sosyal bir ortamdasın. Karşındakilerin parametreleri veya ölçü birimleri seninkiyle aynı mı bilemiyorsun. Umut edeceğimiz şey doğru algılanmak ama bunun yüzde yüz olmayacağını da her zaman biliyoruz. Yapacağımız şey oturup ağlamak veya insanlara kendini doğru anlatmaya çalışmak olabilir, ama benim yöntemim o değil. Benim yöntemim şu; olduğum gibi olacağım, anlayan anlar anlamayan anlamaz. Yapabileceğimiz pek bir şey yok.

M.C.: Kompleksler ve korkular giriyor işin içine.

T.: Hiçbir zaman tam anlamıyla güçlü olamıyoruz zaten. Hepimizde kendini kanıtlama ve anlatma isteği var. İnsanlara değil, kendimizi kendimize de kanıtlamak istiyoruz. Ama yıllar geçtikçe şunu görüyoruz sadece; kendini pek fazla önemsemiyorsun, hatalarını görüyorsun. Oysa kendini hatalarınla da sevebilmek gerekiyor.

M.C.: Bu kitaptan sonra nasıl bir sayfa açacaksın?

T.: Ben de bilmiyorum.

M.C.: Bu sensin. Senden başka bir şey mi arıyorsun?

T.: Yo, burada total olarak benim kendi içeriğimden oluşturmuş olduğum ve belirli de bir yolda giden bir şeyi belirledim ben. Belki ben bunlardan yola çıkıp; “Tamam ya ben böylesine devam ederim” de diyebilirim. Ama en azından aslında kendimi değiştirmek, geliştirmek, başkalaştırmak isteyebilirim. Ama yapmak istediğim şey; eğer anlatmak istediğim şeyin hattı değişmeyecekse disiplinimi değiştirmek. Bir yerde yoğunlaşırken güdük kalmış yerleri oluyor insanın. Ben hayatta o kadar da eksiklerim olduğunu biliyorum ki, o taraflara da gidilebilir.

M.C.: Neler eksik kalmış?

T.: Sadece bilgiye dayalı değil bu hayat tarzıyla da ilgili olarak bir sürü şeyi eksik bırakmışım ben. Türlü zevklerden uzak kalmışım. Bazı arkadaşlarım var yemek yaparken o kadar büyük zevk alıyorlar ki. Ben mesela ondan çok uzağım. Kenime küçük mutluluklar aramaya çalışlıyorum. Sabahleyin arkadaşıma kahvaltıya gittim, hatta bir sürü şeyi de ben hazırladım. Biraz özenince zevk almaya başladığımı gördüm. Ben bunlardan yedi sekiz senedir o kadar uzak kalmışım ki. Son beş senedir bulaşık ve çamaşır makinesinin düğmesine basmadım. Hiçbir şey yapmadım. Hiçbir zaman yer silmedim.

M.C.: O çok sıkıcı bir iş, onu boşver.

T.: Ama Paulo Coelho var ya, o sürekli yaptığı şeylerden sıkılınca, üç dört sene önce okuduğum bir şey bu gerçi, sanırım İtalya’da küçük bir kasabaya gidip haftada 200 dolara bulaşıkçılığa başlamış. Dördüncü hafta filan birisi onu tanımış, o zamana kadar da çalışmış. Orada başka bir deneyim var. İnsan türlü deneyimlere açık olmalı. Ben hiç öyle olmadım.

M.C.: Senin hayatta böyle dertlerin varken başkalarının çok başka dertleri var.

T.: “Başka dertleri var” dediğin şey aynı zamanda sende yoksunluğa neden oluyor. Bir sürü şeyin güzelliğini unutuyorsun. Mesela yıllar evvel cuma ve cumartesileri sahaflara inerdim. Beyazıt’tan Eminönü’ne kadar hep uğradığım kitapçılar vardı. Yüzde 40 indirimle falan alırdım eski şeyleri. Hepsine uğraya uğraya saatler sonra Eminönü’ne varırdım. Kış aylarıysa acayip yağmur olurdu, otobüs beklerdik 1,5 saat. O kalabalıkta üç vesaitle falan evine gitmeye çalışırsın. Evine girdiğin zaman inanılmaz bir mutluluk vardır. Ayakların buz tutmuştur, kalorifere dayarsın ama yeni aldığın kitapları yanına dizer, onları güzel güzel okursun. O benim için mululuktu. Öyle bir mutluluk uzun zamandır yok bende.

M.C.: İnsan farkındaysa o mutluluğu tekrar yakalayabilir.

T.: Ün veya yaptığın işe yoğunlaşmak, onun haricindeki bir sürü işi yapmak zorunda kalmamak insanı yabancılaştırıyor biraz. Mesela ben yıllardır hiç bankaya gitmedim hiçbir kuyruğa girmedim. En fazla kuyruğa nerede girdim ben? Amerikaya girerken. Kuyruk maceralarım orada oluyor. Bunlar avantajlı şeyler tabii. Benim arkadaşlarım var, yoğun çalışıyorlar. Evlerine geldikleri zaman uyumadan önceki o 45 dakika o kadar güzel ki. Ben bütün bir hafta hiçbir iş yapmadan kitap okuyorum ama onların o 45 dakikada yaşadıkları rehavet duygusuna uzak kalıyorsun. Hayatın biraz da zorlukları olması gerekiyor.

M.C.: Yaşadığın son olayları düşününce senin için de kolay değil.

T.: Onu da çok umursamayarak geçiştiriyorum. Gerçi ne kadar umursamasan da başka bir sürü insanı etkiliyor. Öyle şeyleri trajedi gibi yaşamayı gururuma yediremiyorum.

M.C.: Fotoğraflar için yapılan şantajı yeyip yutacağını hiç düşünmemiştim zaten.

T.: Yani yer miyim? Çok salakça. Artık yatarlar içeride. Elimizdeki kayıtlarla yatarlar.

M.C.: Seninle aynı karede olan kişiler için rahatsız oldun mu?

T.: Onlar çok kötü işte. Allahtan ki o resimleri ben hiç görmedim, bende değillerdi ve benden alınmadılar. Onu bildiğim için rahatım. Suçlusu ben olsaydım kendimi daha kötü hissederdim

M.C.: Öfkelendin mi?

T.: İnsanlıktan midem bulanıyor sadece. Öyle insanların var olması çok korkunç. Hayatta o kadar büyük dertler var ki. Sevdiklerini kaybetmek, bilmem ne... Onun haricindekiler bana saçma geliyor. Ne olacak ki? Sen kendini nasıl hissediyorsan dimdik ayakta duracaksın. O tip çamur insanlar varsa da önünde sonunda yeniliyorlar. Onların bana büyük zararlar vermesi imkânsız.
Marie Claire Mart 2008
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://matrock.all-up.com
 
Berin Yavuzlar Röportajı-Teo’yla zamanın ruhu.
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
RoCK MüZiK PoRTaLı :: İKİNCİ DUROCK :: Müzik Haberleri :: Röportajlar-
Buraya geçin: